|
|
S.N. Goenka
tarafından,Sayagyi U Ba Khin geleneğinde öğretilen Vipassana
Meditasyonu
|
|
|
Yaşama Sanatı: Vipassana Meditasyonu
Kişi kendisiyle ve başkalarıyla barış içerisinde yaşamalıdır. Her şeyden önce insan sosyal bir varlıktır; toplum içinde yaşar ve başkalarıyla ilişki kurar. Peki, barış ve huzur içinde nasıl yaşanır? Bir taraftan kendi içimizde, diğer taraftan da çevremizdeki diğer bireylerle barış ve huzur içerisinde yaşamayı, böylelikle de diğerlerinin de huzurlu ve uyumlu bir yaşam sürdürmelerini nasıl sağlarız? Mutsuzluğumuzdan kurtulmak için, temel
nedeni bilmemiz gerekir: mutsuzluğun, acının nedenini. Eğer sorunu
derinlemesine incelersek, zihnimizde bir olumsuzluk ya da kirlilik üretmeye
başladığımızda, mutsuz olmamızın kaçınılmaz olduğunu görürüz. Zihindeki
herhangi bir olumsuzluk, zihinsel bir bozulma ya da kirlenme, huzur ve
uyumla birlikte var olamaz.
Olumsuzluğu üretmeye nasıl başlarız?
Bu da yine dikkatli incelendiğinde görülebilir. Birisi hoşlanmadığımız bir
şekilde davrandığında ya da istemediğimiz bir durum oluştuğunda, çok mutsuz
oluruz. İstenmeyen şeyler gerçekleşir ve içimizde gerilim yaratırız.
İstenen, arzu edilen şeyler gerçekleşmez, engeller ortaya çıkarsa, yine
içimizde gerilim yaşarız ve içimizde düğümler oluşturmaya başlarız. Yaşam
boyunca istenmeyen şeyler gerçekleşmeye devam eder. Arzu edilenler bazen
gerçekleşir, bazen gerçekleşmez ve bu tepki süreci, -kör düğümler oluşturma
süreci- tüm zihinsel ve fiziksel yapıyı o kadar gerer ve olumsuz enerjiyle
doldurur ki, yaşam çekilmez hale gelir. Bu noktada sorunun çözüm yollarından
biri, hayatımızdan istenmeyen hiçbir şeyin gerçekleşmemesine ve her şeyin
tam arzu ettiğimiz gibi gerçekleşmesine yönelik düzenleme yapmaktır.
İstenmeyen olayların oluşmaması ve arzu edilenlerin de gerçekleşmesini
sağlamak için gerekli gücü ya kendi içimizde geliştirmemiz veya yardımımıza
gelen birinin bu güce sahip olması gerekir. Ancak bu mümkün değildir.
Dünyada istekleri her zaman yerine gelen, istemediği hiçbir olayla
karşılaşmayan birisi mevcut değildir. Arzu ve isteklerimize ters düşen pek
çok olay sürekli olarak oluşmaktadır. O zaman şu soru ortaya çıkar:
İstemediğimiz durumlar karşısında otomatik tepki vermeyi nasıl
durdurabiliriz? Nasıl gerginlik yaratmadan, huzur ve uyum içinde
kalabiliriz? Hindistan’da ve diğer pek çok ülkede,
geçmişte yaşamış bilge ve kutsal kimseler bu sorunu -insanın ıstırap çekme
(mutsuzluk) sorununu- irdelemiş ve buna bir çözüm bulmuştur: Eğer istenmeyen
bir şey meydana gelirse ve siz buna kızgınlık, korku ya da başka olumsuz bir
tepki gösterirseniz, mümkün olan en kısa sürede, dikkatinizi başka bir şeye
yönlendirin. Örneğin, yerinizden kalkıp bir bardak su alıp için -
kızgınlığınız katlanarak artmayacak, aksine azalmaya başlayacaktır. Ya da
içinizden saymaya başlayın: bir, iki, üç, dört. Ya da bir sözcüğü, söz
grubunu ya da bir mantrayı, belki inandığınız kutsal bir varlığın ya da
kutsal bir kişinin adını içinizden tekrarlayın; böylece zihniniz başka bir
tarafa yönelecek ve bir ölçüye kadar olumsuzluktan, kızgınlıktan
kurtulacaksınız. Bu çözüm son derece yararlı olmuş ve
işe yaramıştır; halen de yaramaktadır. Bu uygulama yaşama geçirildiğinde,
zihin huzursuzluktan kurtulur. Ancak, çözüm sadece bilinç düzeyinde işe
yaramaktadır. Aslında dikkatinizi başka bir yöne yönlendirdiğinizde,
olumsuzluğu bilinç altına atarsınız ve bu düzeyde huzursuzluğu ve bozulmayı
katlayarak arttırmayı sürdürürsünüz. Yüzeyde bir huzur ve uyum katmanı
görünmekte, ancak zihnin derinliklerinde er ya da geç şiddetle patlamaya
hazır bir bastırılmış olumsuzluklar volkanı uyumaktadır. Gerçeği kendi içsel derinliklerinde
arayan diğer kaşifler araştırmaya devam etmişler ve kendi içlerinde zihin ve
maddenin gerçekliğini deneyimleyerek, dikkati başka yöne yönlendirmenin
yalnızca sorundan bir kaçış olduğunu idrak etmişlerdir. Kaçmak sorunu
çözmez: Sorunla yüzleşmek zorundasınız. Zihinde bir olumsuzluk ortaya
çıktığında, yalnızca onu gözleyin, onunla yüzleşin. Kişi zihnindeki herhangi
bir olumsuzluğu gözlemlemeye başladığında, bu olumsuzluk gittikçe kuvvetini
yitirmeye başlar ve yavaşça ortadan kalkar. Bu iyi bir çözümdür; hem bastırma, hem
de aşırı serbest ifade etme zıt uçlarından kişiyi kurtarır. Olumsuzluğu
bilinçaltına itmek sorunu ortadan kaldırmayacak, tam tersine eylemler ya da
sözle yeniden vücut bularak yeni sorunlar yaratacaktır. Ancak yalnızca
gözlemlerseniz, olumsuzluk yavaşça ortadan kalkacak ve kişi olumsuzluktan
tamamen kurtulmuş olacaktır. Bu öneri kulağa çok hoş gelmektedir,
ancak gerçekten uygulanabilir mi? Kişinin kendi kirlilikleriyle yüzleşmesi
kolay değildir. Kızgınlık ortaya çıktığında, daha fark edemeden bizi çabucak
hakimiyeti altına alır. Öfkenin hakimiyeti altındayken, hem kendimize, hem
de başkalarına zarar verebilen eylemler yapar, sözler sarfederiz. Daha sonra
sinirimiz geçtiğinde ise ağlamaya, pişmanlık hissetmeye ve başkalarından ya
da Tanrı’dan af dilemeye başlarız: 'Bir hata yaptım, lütfen beni affet!".
Ancak benzer bir durumla yeniden karşılaştığımızda yine aynı şekilde tepki
veririz. Bu süregelen pişmanlıklarımızın bize hiç yararı olmaz. TYaşanan zorluk, olumsuzluğun başlama
anını fark edemememizden kaynaklanır. Olumsuzluk zihnin derinliklerinde,
bilinçaltı düzeyinde ortaya çıkar ve bilinç düzeyine ulaştığında o kadar
güçlenmiş olur ki, bizi hakimiyeti altına alır ve onu gözlemleyemeyiz. Diyelim ki kendime özel bir sekreter
tuttum ve öfkem ortaya çıkmaya başladığında ,”Bakın efendim, öfke başlıyor”
diye beni uyarmasını istedim. Öfkenin ne zaman başlayacağını bilemediğimden,
gün boyu üç vardiya çalışacak üç özel sekreter tutmam gerekir. Diyelim ki üç
sekreter tutmaya gücüm yetti. Kızgınlık gelmeye başladığında hemen
sekreterim beni uyarır, “Bakın efendim; kızgınlık başladı.” İlk tepkim
sekreterimi azarlamak olacaktır: “Seni aptal, bana akıl vermek için mi para
aldığını sanıyorsun?". O kadar öfke ile doluyumdur ki, en iyi önerilerin ve
uyarıların bile yardımı olmaz. Diyelim ki erdem üstün çıktı ve
sekreterimi azarlamadım. Bunun yerine "Çok teşekkür ederim. Şimdi biraz
oturmalıyım ve öfkemi gözlemeliyim." diyorum. Ancak bu mümkün mü?
Gözlerinizi kapatıp, kızgınlığınızı gözlemlemeye başladığınızda, hemen
kızgınlığa yol açan kişi ya da olay aklıma gelir. O noktada bizzat öfkenin
kendisini gözlemlemiyor; o duyguya neden olan dış uyaranı gözlemliyorum
demektir. Bu durum ise yalnızca öfkenin katlanarak artmasına hizmet eder ve
asla çözüm değildir. Kendisine sebep olan dışsal nesnelerden arınmış soyut
bir olumsuzluğu, soyut bir duyguyu gözlemlemek son derece güçtür. Ancak mutlak hakikate erişen bir kişi
gerçek bir çözüm bulmuştur. Zihinde bir olumsuzluk veya bir kirlilik ortaya
çıktığında, fiziksel düzeyde iki şeyin aynı anda oluştuğunu görmüştür.
Birincisi soluk alıp vermeler normal ritmini yitirir. Zihnimizde bir
olumsuzluk meydana geldiğinde daha zor soluk alıp vermeye başlarız. Bunu
gözlemlemek kolaydır. Daha ince bir düzeyde, vücutta bir çeşit biyokimyasal
tepkime başlar. Her olumsuzluk vücutta kendine has bir his üretir. Bu pratik bir çözümdür. Sıradan bir
insan zihnin soyut olumsuz ruh hallerini, sözgelimi soyut korkuyu, öfkeyi ya
da tutkuları gözlemleyemez. Ama uygun bir eğitim ve uygulamayla, zihnin
olumsuz durumlarıyla doğrudan bağlantılı nefes alış verişini ve vücuttaki
diğer duygusal etkileri gözlemek son derece kolaydır. Nefes ve duyuları izlemek bize iki
farklı yoldan yardımcı olur. Bu iki yöntem, özel sekreterlerimiz gibidir.
Zihinde olumsuz bir durum oluşmaya başlar başlamaz nefesimiz normal ritmini
kaybetmeye başlayacak ve "bak, bir şeyler yanlış gidiyor" diye bağıracaktır.
Nefesimizi azarlayamayız, uyarıyı kabul etmemiz gerekir. Benzer şekilde
duyularımız da bize bir şeylerin yanlış gittiğini bildirecektir. Bu
uyarıları aldıktan sonra, soluk alıp vermemizi, duyularımızı gözlemlemeye
başlayabiliriz ve bunun hemen ardından olumsuz ruh halinin hızla yok
olduğunu görürüz. Bu zihinsel-fiziksel olgu madalyonun
iki yüzü gibidir. Bir tarafta zihinde oluşan düşünce ve duygular vardır;
diğer yüzünde ise nefes ve vücuttaki hisler bulunur. Herhangi bir düşünce,
duygu veya zihinsel olumsuz bir durum kendisini direkt olarak nefeste ve o
andaki vücutta oluşan hislerde gösterir. Dolayısıyla nefesi ya da vücuttaki
hisleri gözlemleyerek gerçekte zihinsel olumsuz durumu gözlemlemiş oluruz.
Sorundan kaçmak yerine, gerçekle olduğu gibi yüzleşiriz. Sonuç olarak
zihindeki olumsuz durum kuvvetini giderek yitirir ve hislerimizle bedenimiz
üzerindeki hakimiyetini kaybeder. Eğer ısrarla üzerine gidecek olursak bu
olumsuz zihinsel durumlar tümüyle ortadan kalkar ve bizler de mutlu ve
huzurlu, olumsuzluklardan gittikçe arınan bir yaşam sürmeye başlarız. Bu şekilde kendi kendini gözleme
tekniği bize gerçeğin iki yüzünü gösterir: iç ve dış. Önceleri biz yalnızca
dışarı bakar, iç gerçeğimizi gözden kaçırırdık. Mutsuzluğumuzun sebeplerini
hep dışarıda arardık. Dışarıdaki gerçeği suçlar ve değiştirmeye çalışırdık.
İç gerçeği bilmediğimizden, mutsuzluğumuzun, ıstırabımızın kaynağının
içimizde olduğunu; hoşlanma ve hoşlanmama hislerimize verdiğimiz otomatik
tepkilerimizde yattığını hiç anlayamadık. Artık eğitimle madalyonun diğer yüzünü
de görebiliyoruz. Nefes alış verişlerimizin ve içimizde neler olup
bittiğinin farkına varabiliriz. İster nefes, isterse bedendeki his olsun,
zihinsel dengemizi kaybetmeden gözlemlemeyi öğrenebiliriz. Tepki vermeyi ve
dolayısıyla mutsuzluğumuzu artırmayı durdurabiliriz. Olumsuz zihinsel
durumların ortaya çıkmasına ve kendiliğinden çekip gitmesine izin veririz. Kişi bu tekniği ne kadar çok
uygularsa, olumsuzluklar o kadar çabuk yok olacaktır. Zamanla zihin bu
olumsuz durumlardan arınır ve saflaşır. Saf bir zihin ise her zaman sevgiyle
doludur: tüm varlıklar için bencil olmayan bir sevgi duyar, başkalarının
acılarına ve hatalarına karşı tam bir merhamet ve müsamaha içerisinde olur
ve başkalarının başarılarına, mutluluğuna yürekten sevinir, herhangi bir
duruma karşı soğukkanlı davranır. Kişi bu aşamaya ulaştığında, hayatının
tüm seyri değişmeye başlar. Artık onun için başkalarının huzur ve
mutluluğunu engelleyebilecek herhangi bir eylemde bulunmak ya da söz
söylemek mümkün değildir. Dengeli bir zihin sadece huzurlu olmakla kalmaz,
aynı zamanda çevresine huzur ve uyum yayar ve başkalarını da etkilemeye,
onlara yardım etmeye başlar. Kendi iç dünyasında deneyimlediği her
şeye karşı dengeli kalmayı öğrenerek, dış olaylara karşı tepkisiz bir tutum
geliştirir. Ancak bu tepkisizlik dünyanın sorunlarından bir el etek çekme ya
da kaçış değildir. Düzenli olarak vipassana meditasyonunu yapan kişi,
başkalarının acı ve ıstıraplarına karşı daha duyarlı hale gelir ve onların
sıkıntılarını elinden gelen en iyi şekilde hafifletmeye, ortadan kaldırmaya
çalışır. Bunu ise üzüntülü, acıyan bir ruh hali içinde değil; sevgi ve
merhamet dolu sakin ve tepkisiz bir zihinle yapar. Bir taraftan kutsal
tepkisizliği; yani nasıl tam olarak kendisini adayacağını ve insanlara nasıl
yardımcı olacağını öğrenirken, diğer yandan zihinsel dengesini muhafaza
eder. Bu şekilde başkalarının huzuru ve mutluluğu için çalışırken, kendi iç
huzur ve mutluluğunu da korumuş olurlar. İşte Buda”nın öğrettiği budur: Yaşama
sanatı. Kendisi hiçbir zaman bir din ya da “-izm” kurmamış ya da
öğretmemiştir. Kendisine ritüeller, törenler yapmak isteyen, içi boş
formalitelerle uğraşmak isteyenlere bu yönde yol göstermemiştir. Bunun tam
aksine içimizdeki gerçeği gözlemleyerek, olanı olduğu gibi gözlemlemeyi
öğretmiştir. Bilgisizliğimizden hem kendimize, hep
başkalarına zarar verecek şekilde tepki veriyoruz. Ancak olanı olduğu gibi
gözleme bilgeliği doğduğunda, bu tepki verme alışkanlığı kaybolmaya başlar.
Otomatik olarak tepki vermeyi bıraktığımızda, gerçeği gören ve anlayan
dengeli bir zihinden doğan eylemde bulunma kapasitesine erişiriz. Bu tür
eylemler olumlu, yaratıcı ve hem başkalarına, hem kendimize yararı olan
eylemler olacaktır. Şu halde ihtiyacımız olan, her bilge
kişinin vermiş olduğu tavsiyedir: "kendini bil". Kendimizi bilmeliyiz, ancak
sadece entelektüel olarak fikirler ve kuramlar düzeyinde değil. Duygular
veya bağlılık düzeyinde de değil. Okuduklarımızı, duyduklarımızı körü körüne
kabul ederek de bilmek değil. Böylesi bilgi yeterli değildir. Bundan ziyade
gerçeği deneyimlerimizle bilmeliyiz. Bu zihinsel-fiziksel olgunun
gerçekliğini doğrudan deneyimlememiz gerekir. Bu deneyimdir bizi
mutsuzluğumuzdan, ıstıraplarımızdan kurtulmamıza yardım edecek olan. Kişinin
kendi öz gerçekliğini doğrudan deneyimlemesine, bu kendini gözlemleme
tekniğine "Vipassana" meditasyonu adı verilir. Buda'nın yaşadığı zamanlarda
kullanılan Hint dilinde, passana sıradan bir şekilde, “açık gözlerle görmek”
anlamını taşımaktaydı; fakat Vipassana, olanı oldukları gibi gözlemlemektir,
göründükleri gibi değil. Tüm zihinsel ve fiziksel yapının nihai hakikatine
ulaşana kadar, görünürdeki gerçeklik içine nüfuz edilmeliyiz. Bu hakikati
deneyimlediğimizde, artık otomatik tepkiler vermeyi ve olumsuzluk yaratmayı
durdurmayı öğreniriz. Eskiden kalan kirlilikler kendiliğinden yavaş yavaş
yok olur. Mutsuzluğumuz ve ıstırabımızdan kurtulur ve gerçek mutluluğu
yaşarız. Meditasyon semineri kapsamında yapılan
eğitim üç evrelidir. Öncelikle kişi başkalarının huzurunu ve uyumunu bozacak
herhangi bir eylem yapmaktan ya da söz söylemekten kaçınmalıdır. Kişi bir
taraftan kendisini zihnindeki kirliliklerden özgürleştirmeye çalışıp diğer
yandan da sadece bu kirliliklerin katlanarak çoğalmasına neden olacak
hareketlere veya sözel eylemlerine devam edemez. Bundan dolayı uygulamanın
ilk temel adımı ahlak kurallarıdır. Kişi herhangi bir varlığı
öldürmeyeceğine, herhangi bir şey çalmayacağına, kimseye cinsel tacizde
bulunmayacağına, yalan söylemeyeceğine veya sarhoş edici, uyuşturucu
maddeler kullanmayacağına söz verir. Bu gibi faaliyetlerden uzak durarak
kişi; zihninin, daha da ileriye gitmesine yetecek kadar sakinleşmesine
olanak tanır. Bir sonraki adım ise, bu vahşi zihin
üzerinde hakimiyet geliştirmektir, onu tek bir nesne üzerinde odaklanmaya
eğiterek: nefes. Kişi mümkün olan en uzun süreyle dikkatini solunumu
üzerinde toplamaya çalışır. Bu bir soluk alıp verme egzersizi değildir; kişi
solunumunu düzenlemez. Bunun yerine kişi doğal solunumunu, olduğu gibi
gözlemler; içeri girdiği ve dışarı çıktığı gibi. Bu şekilde kişi zihnini
sakinleştirerek artık yoğun olumsuzluklarla alt edilmesini durdurur. Aynı
zamanda zihnini odaklayarak onu keskin, nüfuz edici bir hale getirir ve
böylece iç kavrayış, anlayış mümkün olur. Bu iki adım -ahlaklı bir yaşam
sürdürme ve zihni kontrol altına alma- kendi içlerinde son derece gerekli ve
yararlıdır; ancak bunlar kişi üçüncü adımı atmadığı sürece kendini
bastırmaya yol açacaktır. Bu adım zihni kirliliklerden temizleyerek kişinin
öz tabiatına dair bir kavrayış geliştirmesidir. İşte bu Vipassana'dır:
Kişinin kendi öz gerçekliğini, yani kendisini duyumlar yolu ile ortaya
koyan, sürekli değişken zihin-madde olgusunu sistematik ve tepkisiz
gözlemlemesi. Bu Buda öğretisinin sonucudur: kendini gözlemek yoluyla
kendini saf kılmak… Bu herkes tarafından uygulanabilir.
Herkes ıstırap sorunu ile karşı karşıyadır. Bu evrensel bir çareye
gereksinim duyan evrensel bir hastalıktır, bir tarikata ait değildir.
Öfkeden doğan mutsuzluğunuz bir Budist öfkesi değildir, Hindu veya
Hıristiyan öfkesi de değildir. Öfke sadece öfkedir. Kişi bir öfkenin
sonucunda karmaşaya düştüğünde, bu karmaşa bir Hıristiyanın, Hindunun ya da
Budistin karmaşası değildir. Hastalık evrenseldir. Çare de aynı şekilde
evrensel olmalıdır. İşte Vipassana böyle bir çaredir.
Başkalarının huzur ve uyumuna saygı gösteren bir yaşam sanatına hiç kimse
karşı çıkmayacaktır. Hiç kimse zihnin eğitimine ve zihnin kontrolünün
geliştirilmesine karşı çıkmayacaktır. Hiç kimse, kişinin ancak kendi
gerçekliğine dair bir kavrayış geliştirmesiyle mümkün olan zihnin
olumsuzluklardan kurtarılmasına karşı çıkmayacaktır. Vipassana evrensel bir
yoldur. Gerçeği olduğu biçimde gözlemlemek,
bunu iç gerçekliği gözlemleyerek yapmak - kişinin kendisini doğrudan ve
deneyimleyerek bilmesidir. Kişi uyguladıkça, kirliliklerin doğurduğu
mutsuzluğundan arınır. Kaba, dışsal ve görünürdeki gerçeklikten, zihin ve
maddenin nihai gerçekliğine nüfuz eder. Daha sonra bunu aşarak, zihin ve
maddenin, zaman ve uzayın, göreceliliğin koşullu alanının ötesindeki bir
hakikati deneyimler: bütün olumsuzluktan, bütün acı ve ıstıraptan tümden
özgürleşme hakikatini. Kişinin bu nihai hakikate ne isim vereceği
önemsizdir, bu her insanın nihai hedefidir. Her biriniz bu nihai gerçeği
deneyimlesiniz. Her insan kendi mutsuzluğundan, ıstırabından, kötü ruh
halinden kendini kurtarsın. Herkes gerçek mutluluğun, gerçek huzurun ve
barışın, gerçek uyumun tadını çıkarsın.
TÜM
VARLIKLAR MUTLU OLSUN…
Yukarıdaki metin Sn. S. N. Goenka'nın İsviçre'nin Berne kentinde verdiği bir konuşmasından alınmıştır. Sayfa Başına Dön
|